• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Üyelik Girişi
M. Zühdü Bilgi Hattı
Site Haritası
Takvim
Muhammed Zühdü(KS)

Mevlâna Hz.

MEVLÂNÂ VE KÜLTÜR DÜNYAMIZA ETKİLERİ

Dr. B. ELBİR٭

           

                XIII. yüzyılda yasamış olan Mevlânâ Celâleddin Rûmi, fikirleri ve eserleriyle Türklerin dinî yaşantısı üzerinde önemli etkileri olmuş, devrini aşan düşünce ve yaklaşımlarındaki dikkat çekiciliğiyle de evrensel değer haline gelmiş bir Türk-islam düşünürüdür. Düşünce sistemi, çeşitli anlayışların kendine özgü sentezini gerçekleştirme dinamizmini gösterdiği için, yaşadığı devrin ötesine geçebilme orijinalliğine sahiptir. Nitekim düşünceleri, eserleri ve mutasavvıf kişiliği ile hem Doğu dünyasında hem de Batıda farklı din ve kültürlerden gördüğü ilgi, onun seçkin konumunu pekiştirmiştir.

              Mevlânâ Celâleddin 30 Eylül 1207 yılında bir kültür merkezi olan Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Bahâeddin Veled, devrin önemli bilginlerindendir.  Annesi Mü’mine Hatun ise,  Harzemşahlar devleti hânedanına mensup olan bir prensestir. 

              Mevlânâ, İlk eğitimini babasından almıştır. Daha sonra Seyyid Burhâneddin Tirmîzî’den de aldığı derslerle ilmini genişletmiştir. Bahâeddin Veled,  Belh şehrinden Moğollar’ın sıkıştırmalarının artması,  büyük İslâm âlimi Râzî’yle fikir ayrılığına düşmesi gibi değişik sebeplerden dolayı göç etmeye karar verir. Mevlânâ,  bu dönemde çocuk denecek yaştadır.  Babasıyla birlikte İran’dan,  Bağdat’a ve Hicaz’a ulaşırlar.  Hac görevi îfâ edildikten sonra,  Şam üzerinden Anadolu’ya gelirler.

                 Anadolu’da ilk önce Urfa daha sonra Malatya’da yerleşirler. En son olarak da Selçuklular’ın yönetim merkezi olan Konya’ya gelirler. Konya’ya gelişlerinde Bahâeddin Veled için, Sultan Alaaddin Keykûbat tarafından görkemli bir karşılama töreni düzenlenmiştir.

               

Konya’nın fikir ve kültür ortamı içerisinde babasının yolunda yürüyen Mevlânâ Celâleddin kendini yetiştirir. Genç yaşında büyük bir âlim olarak tanınan Mevlânâ Celâleddin,  Konya’nın en ünlü medreselerinde ders vermeye başlar. Bu döneme kadar Mevlânâ bir medrese mensubu olarak tasavvufa yaklaşmıştır. Eskilerin tabiriyle ifade edecek olursak ‘Bir hâl adamı değil kâl adamı’dır.

 
                1244 yılında Konya’ya gelen Tebrizli Şemseddin Mehmed adında bir dervişle tanışması Mevlânâ’yı derinden etkilemiştir. Şems-i Tebrîzî diye de adlandırılan bu tasavvuf erbâbı Mevlânâ’nın bir gönül insanı olmasını sağlamıştır. Özgür düşünceli bir mutasavvıf olan Şems’le yaptığı sohbetler sayesinde kitapların dışındaki sırlara ulaşmanın zevkine varmıştır (Gölpınarlı, 1983: 122).

 
                Mevlânâ’ya Belh şehrinde dünyaya geldiği için kendisine “Belhî”, ikinci vatan olarak Anadolu’yu seçmesi ve uzun müddet Konya’da kalması nedeniyle de “Rûmî” denilmiştir. Selçuklular döneminde büyük âlimlere ve şeyhlere hitap için kullanılan “Mevlânâ” ismi, Celâleddin Rûmî’ye ait bir ad olarak kullanılmıştır. 

 
                Mevlânâ Türk tasavvuf hayatının önemli ve etkili bir sûfisidir. Onun tasavvufi görüşlerinin oluşmasında önemli rol oynayan üç temel
şahsiyet ve bu şahısların mensubu olduğu üç düşünce sistemi vardır. Bunlar: Muhyiddin Arabi-Vahdet-i vücud Mektebi, Necmeddin Kübra-Kübrevilik ile Melametilik, Kalenderilik- Sems-i Tebrizi’dir (Ocak, 1996: 91-93).

              

Mevlânâ’nın en önemli eseri Mesnevî’sidir. Mevlânâ,  Mesnevî’sine Magz-i Kur’ân demektedir. Kur’ân’ın içyüzü anlamına gelen bu ifadeyle Mevlânâ,  eserinde Kur’ân-ı Kerîm’in gerçeklerini ortaya koyduğunu ifade eder. Mevlânâ,  Mesnevîsi’nde şiir ve hikâye tarzında ele aldığı konularla Kur’ânî hikmetleri ortaya koyar. Mevlânâ Kur’ân-ı Kerîm’de üç temel unsurun yer aldığını ifade eder: Eşitlik,  hürriyet ve adâlet. Mesnevî’de bu üç temel kavramın üzerinde durarak açıklamaya çalışır.

 Divan şairleri, Mevlânâ\'yı, genellikle tasavvufi özellikleri çerçevesinde değerlendirmekte; onu, insanları Hakk\'a ulaştırmaya çalışan mutasavvıfların en büyüğü ve mânâ ülkesinin padişahı olarak görmektedirler. Bir tarikata mensup şairlerin eserlerinde kendi mürşidleri için benzer ifadelere rastlanmakla birlikte; Mevlevî olsun veya olmasın birçok şairin Mevlânâ sevgisinde buluşması, Mevlânâ\'nın farkını ortaya koyar. Latifi ve Nef\'î ise, tarihî kimliğine uygun olarak, Mevlana\'nın "batın" ilminin yanında "zahir" ilminde de üstad oduğunu” belirterek, onu mutasavvıflar içinde yegane içtihat sahibi olarak görürler (Genç; 1993: 129-144).

 
                Mevlânâ’nın düşüncesinde yer alan hoşgörü unsurları Mesnevî’de de yer almıştır.  Bütün insanların Hazret-i Âdem’in çocuğu olduğunu ve Âdem’in de topraktan yaratıldığını,  bundan dolayı da herkesin görev ve sorumlulukları açısından eşit olduğunu ifade eden Mevlânâ,  insanların soyuna,  rengine,  ırkına bakmadan eşit muâmeleye layık olduklarına inanmıştır (Topçu, 1974: 22).  Bu konuda Mevlânâ’nın düşünceleri şu şekildedir:

 

                                “Aynı dili konuşmak,  dostluğa vesiledir,

                                Aynı dili bilmeyince,  nasıl arkadaş olunur?

                                Hintli ve Türk,  aynı dili bilip dost olan çoktur;

                                Aynı dili bilmeyen iki Türk sanki yabancı gibidir. ’’

 
                Lisan birliğine önem verdiği kadar,  fikir birliğine de işaret eden Mevlânâ,  kültür ve dil birliğini bütünleşmenin temeli olarak görür. Aynı dil ve kültüre sahip olan insanların farklı söylemlere sahip olmaları önemli değildir. Önemli olan bu farklı söylemlerin aynı şeyi ifade ettiğinin farkında olabilmektir (Tarlan, 1948: 31). Mevlânâ’nın bu konuyla ilgili verdiği misal dikkat çekicidir.

                 “Zengin bir adam,  dördüne ait olmak üzere,  Türk,  Arap,  Rum ve Fars dört adama bir miktar para verdi.  Türk,  bu para ile üzüm almak istediğini söyledi.  Arap itiraz ederek,  hayır ben ıneb alacağım dedi.  Rum,  hayır ben stafil isterim,  Fars,  da hayır ben engur alacağım dedi.  Anlaşamadıkları için kavgaya başladılar ve yumruklaştılar.  Çeşitli dilleri bilen bir zat,  bilgisiz,  cahil ve bu yüzden birbirlerini anlamayan insanlara ben hepinizin istediklerini alacağım dedi ve aralarını buldu.  Böylece anlaşmanın yolunu gösterdi. ’’ Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde yer alan bu hikâye anlaşabilmek için nasıl davranılması gerektiği üzerinde durmuştur.

                 Mevlânâ’nın eserlerinde dile getirdiği hoşgörüye dünyamız bugün daha da muhtaç hale gelmiştir. Hoşgörü,  İslam dininin temel unsuru olduğu gibi tasavvuf kültürünün de temelini teşkil eder.

                Mevlânâ’nın bulunduğu toplantıları hiç kaçırmayan ve hayran hayran onu dinleyen bir Hıristiyan’a sormuşlar:

                — Mevlânâ’yı çok seviyor ve onun sözlerini tasdik ediyorsun da niçin Müslüman olmuyorsun?

Hıristiyan şöyle cevap vermiş:

— Kırk yıl İsa’ya, İncil’e inandım iman ettim. Şimdi dinimden dönersem, İsa’yı incitmekten korkarım.

Bu sözler Mevlânâ’ya ulaştıktan sonra Mevlânâ,  şöyle söyler:

“Bırakınız adamı, üstüne gitmeyin, inanmış ve iman etmiş insandan korkmayınız.  Asıl tehlike dinsiz ve imansızdan gelir’’ diyerek bakış açısını ortaya koyar.

Celâleddin Rûmî’ nin davranışlarında hep hoşgörü ve sevginin yansımalarını görmek mümkündür. Kadın – erkek, çocuk – yaşlı, zengin – fakir, iyi – kötü, Müslüman – Hıristiyan, sultan – kul demeden bütün insanları Hak nurundan bir parça bilmiştir.

“Karşındaki gördüğün suç, sendeki suçun cinsindendir. Önce o huyu kendinden atmaya çalış. Sendeki çirkin huy onda görünmekte; o senin bir aynan” der. Şunu da dikkate almak gerekir ki Mevlânâ, insandaki zaafı, şartların meydana getirdiği kötülükleri bilir. Bu yüzden onda çok büyük bir hoşgörü vardır.”

Mevlânâ’nın hayatı hep böyle ibret alınacak olay ve hikâyelerle doludur desek abartı yapmış olmayız. Günümüz insanlarının Mevlânâ’dan alacağı çok şeyler vardır.  Bunlardan en önemlisi hoşgörü ve bir arada yaşama kültürüdür.

KAYNAKÇA:

٭Celal Bayar Üniversitesi Demirci Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü

 


1-Abdülbaki Gölpınarlı: Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik,  İstanbul,  1983.
2-Mevlânâ: Mesnevî (Veled Çelebi İzbudak Tercümesi) İstanbul,  1972.
3-Ali Nihat Tarlan: Mevlânâ Celâleddin Rûmî,  İstanbul,  1948.
4-Ahmed Eflâkî: Arifler’in Menkıbeleri,  Ankara,  1959.
5-Nurettin Topçu: Mevlânâ ve Tasavvuf,  İstanbul,  1974.
6-Ahmet Ya
sar Ocak: Türk Sûfiliğ
ine Bakışlar, İstanbul 1996.
7-İlhan Genç:  "Mevlevî Edebiyatı Üzerine Bir Değerlendirme",
Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi VLL, 1993.

 

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam35
Toplam Ziyaret457195
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Hava Durumu
Saat
Kur'an Radyo
RİSALET RADYO
Diyanet Risalet Radyo
KABE TV CANLI
RECEPLİ
BAĞIŞ KABULÜ HS. NO.

 Manisa İl, İlçe ve Köyleri
Dayanışma Derneği
 

TÜRKİYE FİNANS KATILIM 
BANKASI

MANİSA ŞUBESİ 

HESAP NO

962136-1

IBAN NO

TR090020600064
009621360001

M. ZÜHDÜ CAMİİ
www.muhammedzuhdu.org